4 Şubat 2011 Cuma

Hava/Su Benzin ve Motosiklet... Jawa'yla Ilk Uzun Yolculuk


22 Ocak- 28 Ocak 2011 tarihleri arasinda Ankara-Konya-Karaman-Mersin-Antalya-Burdur-Afyon guzgergahinda yapilan gezinin gunluklerinden...

Bu yolculugun amaci degisik yol ve hava kosullarinda birlikte uzun yol tecrubem olmayan 1992 model Jawa 350TS'yi ve kendimi denemek ve elbet her yolculukta oldugu gibi yol'a zamana ve bulunusa bir adanmaydi...



saat dokuz gibi cikilan yolun ilk bolumu 4:30 civari sertavul yakinlarinda tamamlandi, yol tekduze ve sIkIci, hava soguktu.

motor menzil konusunda biraz hayal kirikligi yaratti gibi geldi. fakat hesaplayinca kitapcik degerini tutturdugumu farkekettim 100km'de 4.5 litre. elektrik tesisatindan da daha fazla problem beklerken 400km'lik bolumu herhangi bir aksilik olman tamamladim.




ic anadolu cografyasi kirac ve medetsiz, insanlari buralara yerlesmek konusunda ikna eden neydi  dusunuyorum.


Bozkir... atlarin nemli topraktaki nal sesleri, duman kokusu ve dovulen celigin cinlamalari... himmms hims havada savas kokusu var :P

Karaman'a vardigimda hava kararmisti. sehrin icine girip girmemekte tereddut ediyordum ama Nazmi bey'in memleketini merakimdan merkeze yonlendim. karanlikta pek bi sey anlasilmiyordu ama olsun kendisini ariyorum, kalacak yer ayarlamayi teklif ediyor ama bu yolculugun bu gibi konforlardan uzak olmasi gerektiginden kabul edemiyorum. "Motorcu.. tek basinaligin bedelini goze almis ve sicak evlerden uzakta..." :) o kadar "motorcu"muyum bilmiyorum. ama deniz de boyledir ilk basta soguk gelir ama alisirsin ve yuzuyor olmanin bedelidir bu...

Karaman'dan cikip Sertavul'a yollandim, rampa baslayinca biraz ter basiyor yagis baslamisti, alel acele bir sure once gectigim benzinlige donuyorum  Setavulda "ocu" gordum diyorum, inanmiyorlar, vallahi diyorum, bes metre boyundaydi, gece orada konaklami onayliyorlar, elemanlardan birinin gozu betonda uyuyabilecegimi kesmiyor ki bos bir evi oldugunu orada kalmami teklif ediyor, ille de sokakta yatacagim diye zorlamanin bir anlami yok, olur diyorum ben de.


Sertavul yakinlarinda "Bin Jip" benden once yol iscileri kalmis, icerde esen ruzgar boslugunu kendince dolduruyordu.

Cok rahat yerlerde konaklamamanin guzel tarafi erken uyaniyorum, kahvalti ve esyalari toplayip motoru yukluyorum o ara koyden bi amca geliyor cavalar ve koyun halki ve kokeni uzerine konusuyoruz, "cavalar cok yakar" ve "siser" (bunlari daha sonra da bol bol duyacagim, neyseki bir seyi birden fazla kisinin soylemesi onu dogru yapmaya yetmiyor oyle olsa bu gun dunya duz ve gunes de dunyanin etrafinda donuyor olurdu...  neyse en azindan yol boyunca kimse "kac yapiyor" ve "kac para" sormadi :)) amcanin sohbeti guzel, koylu aslinda toroslarin guneyindenmis, fakat vakti zamaninda amerikanvari suc nerde islenirse "eyalet sinirlarini" asilinca kurtulunuyormus, iste kuzeydeki koyler boyle boyle kacanlarla kurulmus, yani "kanunsuzlar" :D yol tavsiyelerimi alip Sertavul istikametine donuyorum.


Tirmanisla birlikte yol da daha eglenceli hale geliyor tepe sisli, kasabada mola veriyorum.


Biraz hava, biraz su, biraz benzin ve motosiklet.

Eating tar and gasoline
Every light I see is green
Open pipes, my machine's triple-plated chrome
Spirit of the wheel
Wheels of fire burn the night
Ride across the sky
Wheels of fire burning bright
We live to ride
 yoldayim... hell yeah!! :P

Bu yolculugun olmazsa olmaz tek ziyaret noktasi bundan bes alti yil once bir raporda resmini gordugum  Alahan Manastiri'ydi.  Benzinlikte bana evini teklif eden motorcu arkadasa oraya gittigimden bahsettigimde yolunun cok rampa oldugundan bahsetmis ben de zor mu cikmasi deyince "gercek motorcuysan cikarsin" cevabini almistim :) duyrulur gercek motorculuk manastir rampasinda sinanir...


Manastirin hem yolu hem kendisi tahminimden daha guzeldi. Magara kiliseyle baslayip Roma doneminde yapilan Dogu Kilisesine kadar zamana yayilmis kompleks bir yapi. Orjinal ismi bilinmiyor, bilinen ilk ziyaret yapan evliya celebi :)


Magara kiliseden manzara detayi, cimlerin rengi, kalintilar ve arkadaki sisli daglar, bende bulutlarin ustundeki fantastik masal ulkelerindeymis duygusu uyandiriyor. esteban yienim altin sehri buldum yetis! :) illet ettin beni esteban bir bulamadin altin sehri yedin cocuklugumuzu.

Alahandan ayrilirken, ilk defa yuklu halde motoru deviriyorum, ve o halde yerden kalmadigini da butun teknikleri uygululamama ragmen ogreniyorum, butun yuku alip dogrulttuktan sonra tekrar yukluyorum. bu tecrube ilerde cok isime yarayacak...

Tekrar ana yola cikip, google earth'den kus baskisi begendigim Kozlar Yaylasi yoluna doseniyorum.  biraz kaybolduktan ve "bu mevsimde yaylaya mi gidilir" tavsiyelerini aldiktan sonra virajli rampalara sardiriyorum.


Kis mevsimi kendini sergilemekten ali koymuyor ve Yunanlilarin Tanrilarini nerelerde "bulduklarini" galiba anlayabiliyorum.




Yoldaki ilk ev topagini gectikten sonra aracla yukardan gelen ormancilarla karsilastim, yolun devaminda zirveyi gectikten sonra doguya Sason Kanyonuna gidip gidemeyecegimi soruyorum, ve yolun devaminin olmadigini, imkansiz oldugu vs bilgisini aliyorum, fakat pek aklim kesmiyor yolun hic bir yere cikmadigina, nereye kadar gittigini gormek icin devam ediyorum.




ilk tepede artik etraf sisli, toprak donmus ve yerde kar vardi. sessizlik ve ortamin dokusu hem tedirgin edici hem huzurluydu... evet boyleydi. inis basladi ve camur da yumusamaya, artik geri donmek oldukca zor, insanin basina ne gelirse meraktanmis.




sonunda kis westernlerindeki gibi bir platoya vardim. tek tuk evler ve mevsim renkleri ve sessizlik... sagdan giden yol tekrar yukselip sise daliyor, soldaki ise ufak bir tirmanisla bulundugum yere geliyor, assagida ufak da olsa evler secilebiliyordu. fotografi cektigim yerde ekmek ve birayla atistiriyorum. netice olarak tercihimi soldan assagi inmek yonunde yaptim, gelgelelim inis cok dik ve yer yer yesil ve inanilmaz kaygan -burada "inanilmazi" tam anlamiyla kullandim- bir camurdan geciyorum. bildigim ne kadar numara varsa deniyorum, ayaga kalkmak yere ayak vurmak, kizilderili usulu tek pegin ustune cokelmek vs. cunku motor bir yatti mi bu yesil balcikta yuku alsam da kaldiramam. bir iki sefer ucurumdan donuyorum ve surekli mucadele halindeyim ve ter dokuyorum. ve boyle inisler de "ver gazi" numarasi ise yaramiyor ver gazi da nereye kadar aluminyum? onunde viraj var arkasi ucurum...

neyse sonunda duze iniyorum hava kararmis. yukarindan tek gorunen yol uce ayriliyor. soldakinden gidiyorum nasilsa artik duzdeyim yanlissa da donerim diyorum. sulak bir yere yaklasiyorum, soldan ezilmemis yerden geceyim derken motor cork diye batiyor "hayyyyyy bin ..............."




ulan diyorum, demek bu araclarin ezmedigi yerden gecme numarasi da hep ise yaramiyormus, motordan inip bir iki adim attigimda orada nereden gecsem bir fark olmayacagini anliyorum cunku nereye adim atsam ben de batiyorum. motoru yurutmek icin zorlamadim cunku benim ve yukun agirligiyla iyice batacakti, yukardan ayaklarimla yoklayarak calilarin arasindan mumkun oldugunca sert ve engebesiz bir yol tayin ediyorum. plan motoru karsiya gecirip sert zeminden geri donmek. zamaninda bir kasim yolculu oncesi bobrekler icin neopren bir bellik almistim, ister bele ister ruzgar ve ses kesmesi icin kaskin altina takiyordum aklima o geliyor yeterince uzun ve motor lastigi tutar hemen cikariyorum "cok amacliligina" tesekkur ediyorum verilen 15 lirayi fazlasiyla hakedecek. arka tekerle on arasina serdim birazda arka tekerin altina iteledim, yuku kaldirdim, ustune binmeden calistirip gazladim, oh! planin ilk kismi bekledigim gibi isledi... biraz rahatliyorum. ustune binip yolun ne tarafa gittigine baktim kisa vadede bir yere gittigi yok geri dondum tayin ettigin sert yoldan batagin geldigim tarafina vardim ve esyalari tekrar yukledim. bu arada buranin bu kadar yumusak olmasinin nedeni altindan dere akiyor olmasi.

sapaga donup orta yoldan devam ediyorum, camur yer yer yine cok yumusak fakat bu sefer eskiden gecmis araclarin ezdigi kisimlari tercih ediyorum. ve yer yer gorununen baska bir motorun izlerini takip ediyorum. bir iki ev geciyorum hepsi bos isiklari sonuk. issizlik ve karanlik muazzam. sonunda yol zart diye asfalta cikti seviniyorum :) sagda bir koyun isiklari gorunuyor oraya dogru suruyorum, acaba bu da terk edilmis bir film seti falan olabilir mi? yada "oyuncak koy" falan... neyse gercek cikiyor kahvenin onune durup iceri girip cay soyluyorum, koylu saskin... motoru goren once turist zannediyor, "cava"yi fark edene kadar :) sanki yerli motor arkadas! hehe, neyse biraz nerden nereye biraz cava muhabbeti, bir kurt muhabbeti alip yuruyor "olumunu ariyormussun" diyen bile cikiyor Yayladan indigime inanasilari gelmiyor tekrar tekrar "motorla mi" diye soruyorlar, bir motor izi daha vardi diyorum, en son motor iki gun once gecti diyorlar ??? yoksa "motorcu tanrilari" bana bir kiyak mi gecmislerdi? soldaki yola sapmayarak hayatinin secimini yapmissin diyenleri cikiyor... helaluyah! kahvede uyumak icin icazet aliyorum, ama elemanlardan biri birakmiyor illa ben de kalacaksin diye, kiramiyorum.




Sokak lambalari "ne icunlukleri" geregi ki onlari var eden budur, bulunuslarini hic bir zaman "kendi gibi olan" seyle paylasamazlar, cunku onlari dip dibe dikilmeleri oluyor olmakliklarina aykiridir. sadece isiklarinin uclari dokunur birbirlerine, boylece "bilselerde" baska sokak lambalarinin da varoldugunu bu onlarin yalnizligini hafifletmez. iste bu kis gecesinde aslinda hersey "oldugu gibi olmasiydi" orada olmayacak olan, motosiklet, bu kokensel yalnizliginda sokak lambasina isinginda eslik eder.

arkadasa evini actigi icin tekrar tekrar tesekkur ediyorum. yolculuk boyunca insanlarin ikna olmakta zorlandiklari bir baska konu da tulumumun icinde gayet sicak uyudugumdu salih de sabah tekrar soruyor usumedin mi diye? yok usumedim diyorum :) kahvaltidan sonra koyu biraz gunduz gozuyle gorup motoru yukleyip yola koyuluyorum. yanlis bir yere gitmeyim diye bol bol yol tarifi veriyorlar. koyden cikinca yagmur basliyor kaskin vizorude follofos, yol gene dallanip budaklandi, asfalti birakma dediydiler iyi de bunlarin hepsi asfalt "hayyy bin kunduz" delikanliligi birakip bir GPS mi alsak, yukarida cipies olsa mi daha iyi olurdu yoksa tam tersi mi karar veremiyorum, sonucta sagdan giden yolu da makbul gosterecekti ama yuksekligini varsa camuru ve kari da gosterecek miydi? mesela su yolda cincik gibi karilar var diyecek direk alirim o cipiez'den :P, neyse hafif bir rampanin uzerinde degisik bir koy beliriyor, hepsinin catilari bir ornek yuksek dort bacali ve krem rengi koy evleri vaay diyorum keske burda geceleseymisim -insan fitrati yapcak bir sey yok- koyun meydaninda durup icecek almak icin bakkala giriyorum, ne guzel koyunuz varmis hic boylesini gormemistim diyorum, "bizim koyumuz bir tanedir" diyorlar :) sonra da buranin gocmen koyu oldugunu ogreniyorum vaaay topraaaam diyorum ben de gocmenim, birisi "ama" annesinin yoruk oldugunu soyluyor, uzulme topraaaaam benimki de sivasli problem degil :) zaten karamandan beri avrupai tipli koylulere alistim gerek geceledigim gerek burakilerin de zaten yuzlerinden bir farklilik oldugu belliydi, yuz otuz yil once yerlestiklerinden, koyun aslinda eski bir hiristiyan yerlesimi oldugundan bahsediyorlar. neyse en azindan eski yapi cok bozulmamis. Alahandan ciktiktan sonra dagpazari kilisesi tabelasini gormustum, Alahan'i birisinin raporundan gorduk burayi da ben kesfedivermis olayim mi diye dusunup gecip gitmistim, insan yazgidan kacamiyor :P kiliseye de bakiyorum, zaten koyun ortasinda, burasi oyle yada boyle bir koy, eskiden de muhtemelen su zamankinden onemli bir yer degildi ama tas isciligi ve detaylar sasirtacak kadar guzel. benzer egilimlerin izleri gurcistanda da vardi unutulmus parklardaki gercek ustu heykellerde oldugu gibi. koyden ayrildiktan sonra yol tekrar tirmanmaya ve hava bozmaya basliyor, ve sonunda sis ve dolu tipisi, kotu havayi arkada birakip inise gecince durup bir manzarada cigara patlatip biraz telefon gorusmesi yapiyorum "hoacu bil bakalim nerdeyim ahuhahahahaha"



iste burada :)

yol sonunda mut'a giden anayola baglaniyor, mut'ta ermenek tarafinin durumunu soruyorum kardan kapali diyorlar, bu kadar macera yetti deyip anayoldan akdenize saliyorum. biraz indikten sonra hava iyice iliyor, antalya sapagini gorunce saga donuyorum, hava ilik, zeytin bahcelerinin arasindan geciyorum vizoru aciyorum keyfim acayip yerinde.

bir sure sonra  yol tekrar tirmanmaya basliyor, icimde yine bir "gene mi" beliriyor neyse yol eglenceli ormanin icinden kivrila kivrila yukseliyorum, durup sisler icinde bir sigara molasi,  yine de yolun cok yukselecegine havanin kotuleyecegine ihtimal vermiyorum... artik akdenizdeyim yahu! degil mi ama? tekrar yollaniyorum, murphy kanunumuydu mu yol yine yukseliyor ve dolu basliyor, ve habire sagda solda simsek patlayip duruyor umalim da sairin dediginin aksine "baba"nin yildirimlari "cocuklarini" sevmesin, kafam egik, motora sinmis "babanin sevgisinden" kacarak tepeye variyorum, hele bak yagistan yollar kopurmus diyorum, ama motorun kici basi oynuyor?, vizoru bi aciyorum, yer 2-3 cm dolu, eheh gelirken de ulan hayvan gibi dolu yagiyo neden tutmuyoki bu diyordum :)  yine diken ustunde gulnar merkeze variyorum. benzinlige atiyorum kendimi on km sonra hava duzelir diyorlar bir sigara molasi ve yola devam, arada durup su fotografi cekiyorum:




Yuhaa :) bir sure sonra hava iliyor inisli cikisli magrali nefis bir yoldan sonra denizin kokusu gelmeye basliyor, veriyorum gazi ee nede olsa motorculuk biraz da sag el sanati :)



Martilarin cigliklari, guvertelere vurulan yagliboya, motorlarin mazot kokusu ve gemicilerin cevat sakirce bagrismalari "Laçka skuta orsaalabanda!" ahahahaha, hic bir denize akdeniz kadar isinamadim...

Akdeniz sahil yolu her zamanki gibi virajli inisli cikisli ve guzel manzarali hava karardiginda sahile yakin ucuz bir otele yerlesiyorum. gece bulasik eldiveninin pudra kokusuyla uyaniyorum igrenc geliyor, ama asil uyandiran cok usumus olmam otel nasil olsa diye tulumu almamistim, iclikleri giyip tekrar yatiyorum, bu seferde iki mutant sivrisinek rahat vermiyor onlari da avlayip uyuyorum. sabah her otel sabahinda oldugu gibi gec cikiyorum, bir seyler alip sahile iniyorum ama ortam bana gore degil, tam toparlanirken bir merhaba duyorum, askerligi birlikte yaptigim arkadaslardan ali, ayak ustu biraz sohbet ediyoruz, o ara yavaslayan yabanci motorcularla selamlasiyorum, "jawa cok yakar" diyor :) sahilden batiya dogru uygun bir yer ararken kendimi muz seralarinin icinde buluyorum, sistematize olarak sari pis pilastik torbalara hapsedilmis tutsak muz agaclari, igrenc geliyor! ahahaha simdi dusununce komik geliyor ama o an boyle hissettim, ana yola cikip bir benzinlikte durdum yemek icin cantayi actigimda muz bana bakiyordu... yemesem mi ulan? amaaaan neyse :) muz biskuvi ve meyva suyu, yola devam. yol devam ettikce koylunun karakterinin de degistigi yolda ki reklam amacli kucuk tabelalardan anlasiliyor "hediyelik ucuz muz bulunur" "hediyelik ucuz kokulu muz" -hediye alan adam yemeyecek sadece koklayacak...- :) alanyada yol kenarinda taze yerlesiklerin talan etmedigi bir orman parcasinda geceliyorum. hic bir yerde alanyadaki kadar jawa gormedim. ustelik cok eski modeller de var ve hala yurur durumdalar. serik'te benzinlikte durdugumda karburatorun sallanmakta oldugunu fark ediyorum bir baska "hay bin kunduz" bogaz lastiklerini degistirmek aklimdaydi ama unutmustum, zaten guven vermeyen bir halleri vardi. omurleri bu kadarmis, benzinlikteki eski cavacilara danisiyorum, kimi antalyaya varir kimi varmaz diyor serikte bir yer tarif ediyorlar ama parca orada yok mecburen yola devam arada durup elimle duzeltiyorum, kim bilir ne zamandir disardan hava alarak calisiyor motor, ama asil cortlak taraf silindir tarafi, antalyada parcayi bulup hallediyoruz, eski sahibi "topraaam" sag olsun bantlayip onarmis eski lastigi, sonunda da cortladi. sabah erken kalkmis iyi tempoyla gidiyordum, fakat bu geri donusler ve aramalar, o gune iliskin planlari sarkitti, niyetim olymposta fazla meshur olmayi tercih etmeyen bir yere ugrayip -"tree houses" degil :)- yola devam etmekti fakat, orada konaklamak icap etti, boylece "kirda" et pisirmemek gerektigini de ogrenmis oldum bungalovlarin kucusu kapima kamp kurup degisik nagmelerden viyklemeye basladi, eh tabi daha vahsi yerlerde yoreme kampi bu kucu kurmayacak :) biraz tavuk verip, dunyevi bagimliliklarindan gecici de olsa ozgurlesmesine yardimci oluyorum ve her ikimiz de huzura kavusuyoruz. sabah otel modu yine gec kalktim. telefonla yol tavsiyeleri aliyorum, "otobus yolu" salik veriliyor, olymposla helalesip daglara dogru veriyorum gazi, burdur oncesi beli gectikten kar basliyor, vizorde biriken kari siliyor olusuma sasirarak suruyor ve burdur sonrasi kardan adam olmus vaziyette bir yol otelinde geceliyorum, sabah ilik ve guzel, keyiflenip yola doseniyorum, ve fakat tekrar kar basliyor, sandikliyi gectikten sonra dorduncu rodeoyu kaybediyorum motor bi tarafa ben bir tarafa, rampayi inip, uzakta ufacik gorunen rampaya kadar olusan kuyrugun arasindan kendimi benzinlige atiyorum, benzinlik agzina kadar araba tir dolu tirlar yolun acilmasini, arabalarda zincir takip devam etmeye calisiyor banka oturup telasli kalabaligi izlerken bir iki sigara iciyorum, motoru birakip birakamaycagimi sorduktan sonra makinayi bir kenara cekip paketliyorum ve ben de bir kamyona atlayip afyona ordan da otobusle ankara yolunu tutuyorum.

asagidaki foto, iki bucuk saatlik koroglu beli "molasindan"...